YAŞAM 

FOTOĞRAF; SİYAH-BEYAZ

Bazen, Osmanlı’nın son günlerini, Cumhuriyet’in ilk günlerini anlatan siyah-beyaz fotoğraflara bakar, fotoğrafın ayrıntılarında bir insan yüzü ararım.

Mesela bir hamal; gara gelen trenden yük indirmiş, sırtında yük, Uray Caddesi’ne doğru yürümektedir tozlu yollarda.

Sıcaktan terlemiştir. Yükünü yere indirip biraz soluklanır, o arada bir şerbetçi geçer. Bir şerbet çeker canı hamalın.

İçmeli mi, içmemeli mi?

Kaç kuruştur şerbet?

İçmez, yürür, gider yoluna…

* * *

Ya da bir köylü kadın, Yoğurt Pazarı’nda güneşin alnında oturmuş, bekler.

Kimi bekler?

Şehre beraber indiği kocasını mı bekler, oğlunu mu bekler, kızını mı bekler, kaynını mı bekler? Beklerken susar, bir tas soğuk su içesi gelir.

Kalkıp yürür çeşmeye doğru, uzanır suyu içer, bir erkek gelince hızla uzaklaşır çeşmeden…

* * *

Kimdir o erkek?

Niğde’den gelmiş bir tüccar mıdır? Silifke’den gelmiş bir memur mu? Belki İstanbul’dan sürgün bir İştiriyakuncu, belki Bolşevik…

Uzanır, su içer çeşmeden, yürür Uray Caddesi’nden kiliseye doğru.

Selam verir bir başka erkeğe…

* * *

Kimdir o erkek?

Harp malulü bir gazi midir?

Gazete ve matbaa sahibi bir muharrir midir?

Belki mal müdürlüğünde memur, belki sıhhiyede sedyeci, belki civar köylerden birinden dönen bir baytar, belki muallim…

Yürür gider Uray Caddesi’nden Millet Parkı’na doğru…

Az ileride belki bir sokak kahvehanesine oturacak, kahve isteyecek.

Selam verecekler sağdan soldan.

Oturup içlerinden biriyle hasbıhal edecek…

* * *

Ve akşam oldu, o eski, siyah-beyaz fotoğraftaki Mersin’de.

Gün karardı.

Yoğurt Pazarı’nda biriken köylüler çoktan yola dizildi.

Dükkânlar kapandı.

Gardaki hamallardan bir kısmı evine gitti, yeni hamallar geldi gara.

Limanda kayıkçılar nöbet değiştirdi.

Mersinliler çekildi evlerine…

* * *

O evler ki kimisi hâlâ ayakta, görkemli, geniş ve ferah.

İki katlı.

Giriş kapısı iki kanatlı.

Kanatların ikisinde de birer kapı tokmağı.

Kimi aslan başı, kimi insan yumruğu şeklinde…

Dış kapıdan girer girmez bir merdiven var, kavisli.

Merdivenin sonunda geniş bir sofa… Sofanın iki yanında odalar.

Odalardan birinde evin küçük çocukları kalıyor, birinde yeni gelin ile evin büyük oğlu.

Peder bey tüccar adam, güngörmüş, disiplinli, sofada oturması bile evi disipline etmeye yetiyor.

Eve giren bir bakıyor ki sofada peder bey var, toparlanıyor. 

Peder bey iki tek atarken geceleri evin çocukları ne işle meşgul, bilmiyoruz.

Evin hanımı ne yapar geceleri, orası da meçhul.

Ve geç uyunuyor evde; çünkü hava sıcak.

* * *

Evlerden kimisi tenekeden… Kimisi kargıdan.

Arapça şakalaşmalar duyuluyor kargıdan evlerde.

Lazkiye göçmeni kayıkçılar, hamallar bunlar.

Deniz kokusu, nem, sivrisinek, ortalıkta çırılçıplak gezen sıtmalı çocuklar. 

Delikanlıların yüzleri güneşte kavruk… Kürek çekmekten pazıları demir gibi…

Ayakları çıplak ve kavruk…

Sıcak olsa da erken uyunuyor; çünkü erken kalkılacak, sabah 4 gibi limana gemi gelecek, kayıklara binip kıyıya çıkacak beyler, hanımlar.

* * *

Kitabı kapatırım…

Mersin’den genel bir görüntü fotoğrafının ayrıntılarında gizlenen ama objektiflerin göremediği insanları düşünürüm.

Geç uyurum; çünkü hava sıcak…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar